En Sıcak Konular

Cevher İLHAN
Yeni Asya

Cevher İLHAN
24 Eylül 2011

Özerklik” demokrasi değil, tefrikayı getirir…



Özerklik” demokrasi değil, tefrikayı getirir…
BDP ile “yemin krizi”nin görüşüldüğü günde İmralı’nın “ateşkes”i tek taraflı uzatmasına ve PKK’nın askerî hedeflere saldırmayacağı taahhüdüne rağmen, güvenoyunun ertesi gününde Silvan’da 13 askerin hunharca şehid edilmesine dair sorular cevap bekliyor.


Cevher İLHAN
cevher@yeniasya.com.tr

Çarpıcı olan; Öcalan’dan Kandil’e, KCK’dan DTP’den BDP’ye öteden beri “özerklik talepleri” tekrarlanması. Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) aynı günde, hatta saldırıyla aynı saatlerde “özerklik kararları”nı deklâre etmesi.
Farklı olan, “talepler”in ötesinde, bizzat DTK Genel Başkan Yardımcısının ağzından, “Kürt halkı olarak demokratik özerkliğimizi ilân ediyoruz” denilmesi.
“Özeklik” ilânında, “Türkiye halklarının ulusal bütünlüğü”nden bahsediliyor, “demokratik özekliğin sadece Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halklarının, farklı kimlik ve kültürlerin kendisini özgürce ifade edeceği ve kendi kendilerini yöneteceği bir çözüm modeli” olarak tanımlanıyor. “Halkın kendi coğrafyasındaki öz yönetime katılma sistemi” olarak târif ediliyor.
Belli ki demokrasinin yerelleşmesi ve yaygınlaşması, yerinde yönetim, demokratik temel hak ve hürriyetlerin genişletilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile ayrı bayrak, ayrı parlamento, eğitimden dinî hizmetlere, sağlıktan spora, belediyelerden maliyeye, hatta ayrı güvenlik gücüne kadar ayrı yönetimi ve merkezî bütçeden ayrı bütçeyi esas alan “özerklik” perdesindeki “eyâlet-federatif sistem” karıştırılıyor; bilerek veya bilmeyerek…

BATI’DAN İTHAL VE SUN’Î…
Oysa yerel yönetimlerin demokratikleşmesi” ile etnik ve bölgesel tefrikaya zemin hazırlayan, eyâlet ayırımıyla ülkeyi “federasyon sistemi”ne teşne hale getiren dünün “muhtariyet” olarak ifâde edilen bugünün “özerkliği” de demokrasiyi, hak ve özgürlükleri değil, tefrikayı getirir.
Esasen Osmanlıda “muhtariyet/özerklik” tezi, Bediüzzaman’ın “Avrupa zâlim hükûmetlerinin zulümleriyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânet” belgesi, “Kur’ân’ın zararına gâyet ağır şerâitle (şartlarla) kâfirâne fikirlerinin icrası ve “vâhim-müthiş bir su-i kast plânı” olan “Gaddarâne Sevr muâhedesi”ne dayanır.
Bunun içindir ki sırf “Batı ürünü” olduğu için bir dönem Batı hayranı Jön Türkler’ce de benimsenen “adem-i merkeziyet” ve “tevs-i mezuniyet (yetkinin arttırılması, genişletilmesi) fikrine “cevap veren Bediüzzaman, bu görüşleri ithal ve sun’î olarak görür.
Avrupa’daki merkezlerde, Paris’te yaşayan dönemin kargaşasında Jön Türklerle yakınlaşan ve o dönemde kurtuluşu piyasaya sürülen entelektüel “Batı reçetesi” olan “Anglo-Sakson adem-i merkeziyet”te gören Mahmut Celâlettin Paşa’nın oğlu Prens Sabahaddin’e, “adem-i merkeziyet”in badirelerini bildirir. (Eski Said Dönemi Eserleri, 109-110)

DÜNÜN “MUHTARİYETİ”YLE AYNI…
Bediüzzaman, Prens’e, “sû-i telâkki olunan (yanlış anlaşılacak olan) güzel fikrine cevap” mektubuyla, bu zâhiren “mâkul” gibi görünen “özerklik” düşüncesinin arka plânındaki tehlikelere dikkat çeker. Bunun milletin birlik ve bütünlük râbıtalarını keseceğini ikaz eder. Sonunda, “Osmanlılık ve meşrutiyet (demokrasi ve hürriyet) perdesini birden feverân ile yırtacak bir muhtariyete ve sonra istiklâliyete (bağımsızlığa) ve sonra tavaif-i mülûke (küçücük devletçiklere parçalanması) vartasına varacağını ikaz eder.
Gerçek şu ki, dün Osmanlıda olduğu gibi bugün de, “adem-i merkeziyet” ve “muhtariyet/özerklik” fikrinin, idârî hüviyette kalmayacağı, ecnebilerin parmak karıştırmalarıyla, tefrikayla iftirakı azdıracağı açıktır.
Mâlum son “özerklik ilânı”nda “halklarımızın demokratik birliğine ve özgürce yaşama özlemlerine dair büyük gelişmelere vesile olacağı”nın aksine, bu tezin, demokrasinin yerelleşmesini sağlamak, merkezî bürokrasi engelini ve hantallığı aşmak, tepeden inme istibdadî uygulamalar kaldırmak yerine, etnik-bölgesel tefrikayla Birinci Dünya Savaşında görüldüğü gibi, milleti “kavmiyetçilik” illetiyle kamplaştırıp kutuplaştırması plânlanıyor.
Bundandır ki “ortak vatan anlayışı temelinde toprak bütünlüğüne ve demokratik ulus perspektifi temelinde Türkiye halklarının ulusal bütünlüğüne bağlı kalınması” güvencesi gibi süslü lâflar, dün olduğu gibi bugün de havada kalıyor…

18.07.2011

Özerklik” demokrasi değil, tefrikayı getirir…
BDP ile “yemin krizi”nin görüşüldüğü günde İmralı’nın “ateşkes”i tek taraflı uzatmasına ve PKK’nın askerî hedeflere saldırmayacağı taahhüdüne rağmen, güvenoyunun ertesi gününde Silvan’da 13 askerin hunharca şehid edilmesine dair sorular cevap bekliyor.


Cevher İLHAN
cevher@yeniasya.com.tr

Çarpıcı olan; Öcalan’dan Kandil’e, KCK’dan DTP’den BDP’ye öteden beri “özerklik talepleri” tekrarlanması. Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) aynı günde, hatta saldırıyla aynı saatlerde “özerklik kararları”nı deklâre etmesi.
Farklı olan, “talepler”in ötesinde, bizzat DTK Genel Başkan Yardımcısının ağzından, “Kürt halkı olarak demokratik özerkliğimizi ilân ediyoruz” denilmesi.
“Özeklik” ilânında, “Türkiye halklarının ulusal bütünlüğü”nden bahsediliyor, “demokratik özekliğin sadece Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halklarının, farklı kimlik ve kültürlerin kendisini özgürce ifade edeceği ve kendi kendilerini yöneteceği bir çözüm modeli” olarak tanımlanıyor. “Halkın kendi coğrafyasındaki öz yönetime katılma sistemi” olarak târif ediliyor.
Belli ki demokrasinin yerelleşmesi ve yaygınlaşması, yerinde yönetim, demokratik temel hak ve hürriyetlerin genişletilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile ayrı bayrak, ayrı parlamento, eğitimden dinî hizmetlere, sağlıktan spora, belediyelerden maliyeye, hatta ayrı güvenlik gücüne kadar ayrı yönetimi ve merkezî bütçeden ayrı bütçeyi esas alan “özerklik” perdesindeki “eyâlet-federatif sistem” karıştırılıyor; bilerek veya bilmeyerek…

BATI’DAN İTHAL VE SUN’Î…
Oysa yerel yönetimlerin demokratikleşmesi” ile etnik ve bölgesel tefrikaya zemin hazırlayan, eyâlet ayırımıyla ülkeyi “federasyon sistemi”ne teşne hale getiren dünün “muhtariyet” olarak ifâde edilen bugünün “özerkliği” de demokrasiyi, hak ve özgürlükleri değil, tefrikayı getirir.
Esasen Osmanlıda “muhtariyet/özerklik” tezi, Bediüzzaman’ın “Avrupa zâlim hükûmetlerinin zulümleriyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânet” belgesi, “Kur’ân’ın zararına gâyet ağır şerâitle (şartlarla) kâfirâne fikirlerinin icrası ve “vâhim-müthiş bir su-i kast plânı” olan “Gaddarâne Sevr muâhedesi”ne dayanır.
Bunun içindir ki sırf “Batı ürünü” olduğu için bir dönem Batı hayranı Jön Türkler’ce de benimsenen “adem-i merkeziyet” ve “tevs-i mezuniyet (yetkinin arttırılması, genişletilmesi) fikrine “cevap veren Bediüzzaman, bu görüşleri ithal ve sun’î olarak görür.
Avrupa’daki merkezlerde, Paris’te yaşayan dönemin kargaşasında Jön Türklerle yakınlaşan ve o dönemde kurtuluşu piyasaya sürülen entelektüel “Batı reçetesi” olan “Anglo-Sakson adem-i merkeziyet”te gören Mahmut Celâlettin Paşa’nın oğlu Prens Sabahaddin’e, “adem-i merkeziyet”in badirelerini bildirir. (Eski Said Dönemi Eserleri, 109-110)

DÜNÜN “MUHTARİYETİ”YLE AYNI…
Bediüzzaman, Prens’e, “sû-i telâkki olunan (yanlış anlaşılacak olan) güzel fikrine cevap” mektubuyla, bu zâhiren “mâkul” gibi görünen “özerklik” düşüncesinin arka plânındaki tehlikelere dikkat çeker. Bunun milletin birlik ve bütünlük râbıtalarını keseceğini ikaz eder. Sonunda, “Osmanlılık ve meşrutiyet (demokrasi ve hürriyet) perdesini birden feverân ile yırtacak bir muhtariyete ve sonra istiklâliyete (bağımsızlığa) ve sonra tavaif-i mülûke (küçücük devletçiklere parçalanması) vartasına varacağını ikaz eder.
Gerçek şu ki, dün Osmanlıda olduğu gibi bugün de, “adem-i merkeziyet” ve “muhtariyet/özerklik” fikrinin, idârî hüviyette kalmayacağı, ecnebilerin parmak karıştırmalarıyla, tefrikayla iftirakı azdıracağı açıktır.
Mâlum son “özerklik ilânı”nda “halklarımızın demokratik birliğine ve özgürce yaşama özlemlerine dair büyük gelişmelere vesile olacağı”nın aksine, bu tezin, demokrasinin yerelleşmesini sağlamak, merkezî bürokrasi engelini ve hantallığı aşmak, tepeden inme istibdadî uygulamalar kaldırmak yerine, etnik-bölgesel tefrikayla Birinci Dünya Savaşında görüldüğü gibi, milleti “kavmiyetçilik” illetiyle kamplaştırıp kutuplaştırması plânlanıyor.
Bundandır ki “ortak vatan anlayışı temelinde toprak bütünlüğüne ve demokratik ulus perspektifi temelinde Türkiye halklarının ulusal bütünlüğüne bağlı kalınması” güvencesi gibi süslü lâflar, dün olduğu gibi bugün de havada kalıyor…

18.07.2011
BDP ile “yemin krizi”nin görüşüldüğü günde İmralı’nın “ateşkes”i tek taraflı uzatmasına ve PKK’nın askerî hedeflere saldırmayacağı taahhüdüne rağmen, güvenoyunun ertesi gününde Silvan’da 13 askerin hunharca şehid edilmesine dair sorular cevap bekliyor.
Çarpıcı olan; Öcalan’dan Kandil’e, KCK’dan DTP’den BDP’ye öteden beri “özerklik talepleri” tekrarlanması. Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) aynı günde, hatta saldırıyla aynı saatlerde “özerklik kararları”nı deklâre etmesi.
Farklı olan, “talepler”in ötesinde, bizzat DTK Genel Başkan Yardımcısının ağzından, “Kürt halkı olarak demokratik özerkliğimizi ilân ediyoruz” denilmesi.
“Özeklik” ilânında, “Türkiye halklarının ulusal bütünlüğü”nden bahsediliyor, “demokratik özekliğin sadece Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halklarının, farklı kimlik ve kültürlerin kendisini özgürce ifade edeceği ve kendi kendilerini yöneteceği bir çözüm modeli” olarak tanımlanıyor. “Halkın kendi coğrafyasındaki öz yönetime katılma sistemi” olarak târif ediliyor.
Belli ki demokrasinin yerelleşmesi ve yaygınlaşması, yerinde yönetim, demokratik temel hak ve hürriyetlerin genişletilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile ayrı bayrak, ayrı parlamento, eğitimden dinî hizmetlere, sağlıktan spora, belediyelerden maliyeye, hatta ayrı güvenlik gücüne kadar ayrı yönetimi ve merkezî bütçeden ayrı bütçeyi esas alan “özerklik” perdesindeki “eyâlet-federatif sistem” karıştırılıyor; bilerek veya bilmeyerek…

BATI’DAN İTHAL VE SUN’Î…
Oysa yerel yönetimlerin demokratikleşmesi” ile etnik ve bölgesel tefrikaya zemin hazırlayan, eyâlet ayırımıyla ülkeyi “federasyon sistemi”ne teşne hale getiren dünün “muhtariyet” olarak ifâde edilen bugünün “özerkliği” de demokrasiyi, hak ve özgürlükleri değil, tefrikayı getirir.
Esasen Osmanlıda “muhtariyet/özerklik” tezi, Bediüzzaman’ın “Avrupa zâlim hükûmetlerinin zulümleriyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânet” belgesi, “Kur’ân’ın zararına gâyet ağır şerâitle (şartlarla) kâfirâne fikirlerinin icrası ve “vâhim-müthiş bir su-i kast plânı” olan “Gaddarâne Sevr muâhedesi”ne dayanır.
Bunun içindir ki sırf “Batı ürünü” olduğu için bir dönem Batı hayranı Jön Türkler’ce de benimsenen “adem-i merkeziyet” ve “tevs-i mezuniyet (yetkinin arttırılması, genişletilmesi) fikrine “cevap veren Bediüzzaman, bu görüşleri ithal ve sun’î olarak görür.
Avrupa’daki merkezlerde, Paris’te yaşayan dönemin kargaşasında Jön Türklerle yakınlaşan ve o dönemde kurtuluşu piyasaya sürülen entelektüel “Batı reçetesi” olan “Anglo-Sakson adem-i merkeziyet”te gören Mahmut Celâlettin Paşa’nın oğlu Prens Sabahaddin’e, “adem-i merkeziyet”in badirelerini bildirir. (Eski Said Dönemi Eserleri, 109-110)

DÜNÜN “MUHTARİYETİ”YLE AYNI…
Bediüzzaman, Prens’e, “sû-i telâkki olunan (yanlış anlaşılacak olan) güzel fikrine cevap” mektubuyla, bu zâhiren “mâkul” gibi görünen “özerklik” düşüncesinin arka plânındaki tehlikelere dikkat çeker. Bunun milletin birlik ve bütünlük râbıtalarını keseceğini ikaz eder. Sonunda, “Osmanlılık ve meşrutiyet (demokrasi ve hürriyet) perdesini birden feverân ile yırtacak bir muhtariyete ve sonra istiklâliyete (bağımsızlığa) ve sonra tavaif-i mülûke (küçücük devletçiklere parçalanması) vartasına varacağını ikaz eder.
Gerçek şu ki, dün Osmanlıda olduğu gibi bugün de, “adem-i merkeziyet” ve “muhtariyet/özerklik” fikrinin, idârî hüviyette kalmayacağı, ecnebilerin parmak karıştırmalarıyla, tefrikayla iftirakı azdıracağı açıktır.
Mâlum son “özerklik ilânı”nda “halklarımızın demokratik birliğine ve özgürce yaşama özlemlerine dair büyük gelişmelere vesile olacağı”nın aksine, bu tezin, demokrasinin yerelleşmesini sağlamak, merkezî bürokrasi engelini ve hantallığı aşmak, tepeden inme istibdadî uygulamalar kaldırmak yerine, etnik-bölgesel tefrikayla Birinci Dünya Savaşında görüldüğü gibi, milleti “kavmiyetçilik” illetiyle kamplaştırıp kutuplaştırması plânlanıyor.
Bundandır ki “ortak vatan anlayışı temelinde toprak bütünlüğüne ve demokratik ulus perspektifi temelinde Türkiye halklarının ulusal bütünlüğüne bağlı kalınması” güvencesi gibi süslü lâflar, dün olduğu gibi bugün de havada kalıyor…

18.07.2011

http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay2.asp?id=2665



Bu yazı 1,463 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 25 Ocak 2016 Tefrika ve fitne oyununa gelinmesin
    • 30 Ağustos 2015 Dayatılan, garip kapris seçim
    • 28 Eylül 2014 Stratejik derinlik BOP hesbına işliyor
    • 5 Temmuz 2014 Yönetmelikle GDOya izin!
    • 23 Aralık 2012 Ateşlenen fitne
    • 21 Aralık 2012 İsraille işbirliğine ilveler
    • 30 Ekim 2012 İslm ülkelerindeki dahil karışıklıklara karşı
    • 17 Ekim 2012 Terörle mücadelede stratejik hatalar
    • 1 Ağustos 2012 Ankara-Bağdat siyas krizi…
    • 24 Temmuz 2012 Asıl plan, Suriyenin Iraklaştırılması!
    • 10 Temmuz 2012 Denetim mekanizmalarını ıskat…
    • 19 Mayıs 2012 “Uludere faciası” üzerindeki sır perdesi…
    • 8 Mayıs 2012 Kaosa düşürecek asıl felket
    • 13 Kasım 2011 İki hizmet ve fedakrlık nişnesi; Tevfik ve Vasfiye İleri
    • 7 Kasım 2011 Türkiye, “Suriye savaşının üssü”!
    • 30 Ekim 2011 İran ve Suriye saptırması…
    • 30 Ekim 2011 ABD’ye ses çıkarmayıp AB’yi suçlamak
    • 22 Ekim 2011 Çelişkili atraksiyonlar…
    • 22 Ekim 2011 Terörle mücadelede netice almak…
    • 24 Eylül 2011 Özerklik” demokrasi değil, tefrikayı getirir…

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,395 µs